Emirdağ Lâhikası – I s.150-170

Aziz, sıddık kardeşlerim ve ebed ve hak yolunda hakikatli arkadaşlarım!

Kastamonu efelerinden ve Nur’un kahramanlarından ve Safranbolu fedakârlarından size oradan buraya gelen hususi mektuplarına hususi cevap vermeye müstahak ve lâyıktırlar. Fakat halim ve vaktim müsaade etmediğinden vasıtanızla bir kısa cevap verdiğime gücenmesinler.

Evvela: Hilmi, İhsan, Emin’in ve Taşköprülü Sadık Bey’in mektupları, beni çok mesrur eyledi. Hakikaten bu kardeşlerimiz, hapishanede dokuz ayda dokuz sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaparak Isparta kahramanlarıyla omuz omuza geldiler. Ben, onların hem istirahatime hem hapisteki arkadaşlarımızın ittifaklarına ve yeni Nurların hizmetine tam çalışmalarını hiçbir vakit unutmayacağım. Cenab-ı Hak onlardan ve sizden ebeden razı olsun. Ben hayalen, çok defa eski zamana ve Kastamonu’daki ve Barla’daki malûm yerlerime ve mesiregâhlarıma şevkle gidiyorum. Oralarda oturup ağlıyorum. O enislerimi hayalen görüyorum.

Kahraman Sadık Bey’in kuvvetli ifadesine ve güzel yazısına benzeyen bir kısa mektupta, Safranbolu şakirdlerinin, Mustafa Osman’ın ve Hıfzı’nın selâmını da yazıyor. Şüphelendim, acaba Sadık oraya gelmiş, yoksa onlar oraya gitmişler veya başka Sadık namında bir kardeşimiz midir?

Barla sıddıkları Nurların yazmasına tam çalışmaları, herkesten evvel onların vazifeleridir. Çünkü Barla, birinci medrese-i Nuriye şerefini kazanmasından, o mübarek medreseyi talebesiz bırakmak caiz değil. İnşâallah tekrar şenlenecek. Çalışanlara bârekellah deriz. Cenab-ı Hak tevfik versin, âmin!

Sâniyen: Safranbolu’nun sadık şakirdlerinden Osman ve Ahmed’in iki mektupları, onların fevkalâde sadakat ve Nurlara alâkadarlıklarını gösteriyor. Mâşâallah, Osman az zamanda hem Kur’an’ı ders almış hem Nurları yazmış, şimdi de Asâ-yı Musa’yı yazıyor. Fedakâr Mustafa Osman ve Hıfzı’ya tam bir kardeş ve Ahmed dahi tam alâkadardır. Mektubunda imlası noksan olmasından dediğini bilemedim. Onlara, Safranbolu’da ve Kastamonu ve civarındaki kardeşlerime çok selâm ve dua ederiz, dualarını isteriz. Medresetü’z-Zehradaki Isparta ve civarı umum kardeşlerimize birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz.

Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Bir iki hafta Hüsrev’in kalemiyle mektubunu almadığımdan ve Konya’ya gönderdiğim mecmuaların cevabı gelmediğinden ve bir vekil-i dâhiliye başta olarak, düşmanlarımız anarşistlerle beraber beni emsalsiz tazyiklerinden ve buradaki münafıklar bazı safdil dostlarımızdan hem Eskişehir’e hem Konya’ya kitaplar gönderdiğimi ve Asâ-yı Musa mecmualarını aldığımı haber almalarından endişeler ederken, birden hiç emsali görülmemiş bir buçuk metre kar ve dehşetli fırtına ve soğuk bu mevsimde gelmesi, bir hiddet, bir gazap; dört defa zelzeleler ve geçen sene yağmursuzluk gibi Risale-i Nur ve şakirdleriyle münasebettar olabilir diye sordum: Bu bela umumîdir, yoksa Afyon ve Eskişehir vilayetlerine mi mahsustur?

Dediler ki: O iki vilayete mahsustur.

Ben de Elhamdülillah dedim. Demek Risale-i Nur’a ve şakirdlerine umumî bir taarruz yoktur. Belki yalnız bana ve elimdeki Nurlara…

Çok güvendiğim Eskişehir, Denizli gibi bir Medrese-i Nuriye olacağını tahmin ettiğim halde, Denizli’den on derece noksan kalmasının sebebi; onları da Afyon ve Emirdağı gibi ürkütmektir. Her ne ise merak etmeyiniz; inşâallah bu hâdise-i cevviye, aynı İstanbul mekteplilerinin hâdisesi gibi gizli masonları, niyet ettikleri yeni bir taarruzdan vazgeçirdi. İnayet-i Rabbaniye himaye ediyor.

Sâniyen: Bu defa yedi sekiz mektuplarınızı aldım. Hususi cevaplara halim, kalemim ve vaktim müsaade etmediğinden gücenmeyiniz. Mehmed Feyzi ve Emin’in mektuplarını, ilişmeden Lâhika’ya geçirdik. O ikisi, sekiz sene hususi hizmetimde bulunmaları cihetiyle, haddimden çok ziyade tavsifatlarını bir nevi manevî dua ve sebeb-i teşvik ve kanaat bir hüsn-ü zan ve tercüman-ı Nur haysiyetiyle Üstadlarına bir alâmet-i sadakat ve bir vesika-i itikad ve irtibattır diye ilişmedim.

Ve Feyzi’nin merhume validesinin Risale-i Nur dersleriyle güzel ve nurani vefatı; Nurların, şakirdlerine sekerat vaktinde ve sıkıntılı zamanlarında imdada yetişmesine bir parlak numune olarak Lâhika’ya girmesi münasiptir.

Halil İbrahim’in bu defaki mektubunda kaza ve kader-i İlahî’den “Ne kadar? Nedendir?” diye çok suallerinin birden cevabı: Bizlere mücahidane çok hasenat kazandırmak ve Nurlara herkesin nazar-ı dikkatini celbetmekle umuma okutmaktır. Fakat bir derece kaza ve kadere itiraz manasını hayale getirdiği için şimdilik Lâhika ile tamimi münasip olmaz. Ve mektubun âhirindeki, Cevşenü’l-Kebir’den alınan fıkralar, dualar çok güzeldir.

Sâlisen: Hüsrev’in mektubunda, Atabeyli Kötürüm Ali ve Eğirdirli Kâzım’ın Nurlara tam şevkle hizmetleri, hattâ ruhanîleri de onları tebrike ve tahsine sevk eder. Ve Aliköyü’nden bana mektup yazan on dört yaşındaki Mustafa Veysel, pederiyle hem Kur’an’a hem Nurlara hizmetleri ve üç Alilerin gayret ve himmetleriyle o köy masumları Risale-i Nur’a çalışmaları; değil yalnız beni belki umum Nur şakirdlerini tahsine ve şükre sevk eder.

Râbian: Salahaddin –Abdurrahman– Feyzi’nin validesinin vefatı münasebetiyle yazdığı mektubun âhirindeki Feyzi’ye taziyesi ve hâşiyede benim ölümümü kabul etmemesi ve Gavs-ı A’zam’ın bir kısım himayeti Asâ-yı Musa Risalesi’ne geçmesi diye beni sürurla ağlattırdı ve Safranbolu kahramanları Mehmed Feyzi ve Emin’in şehnamelerine iştirakleri ve merkez-i hükûmette umumî bir Arabî hattı ve hurufu kursu açılması ve Asâ-yı Musa Risalesi’nin fütuhatına ve kerametine alâmet olmasını müjdelemeleri, pek büyük bir inşirah vermesiyle bu kışın bütün çektiğim sıkıntıları hiçe indirdi.

Denizli fedakâr çalışkanlarından Tavaslı Molla Mehmed’in sureten kısa fakat manen uzun mektubunda, o dahi ölümüme razı olmuyor ve haddimden çok ziyade kıymet veriyor gördüm.

Hem ona hem hapiste görüştüğüm kardeşlerimize hem Hasan Feyzi ve Hâfız Mustafa ve arkadaşlarına binler selâm…

Umum kardeşlere selâm eden, dualarınızın tiryak gibi tesirini gören kardeşiniz Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Medrese-i Nuriyenin eski masumlarından Ahmed’in bu güzel ve hâlis fıkrasını umum Sava masumlarının ve kahramanlarının namına Lâhika’ya yazdık. Mâşâallah, Hacı Hâfız Mehmed’in tam ona benzer bir kıymetli hafidi olduğunu gösterdi.

Sâniyen: Safranbolu’da Nur’un ehemmiyetli şakirdlerinden Hıfzı’nın iki masum mahdumları biri on, biri de sekiz yaşlarında Asâ-yı Musa mecmuasını yazdıkları ve bitmek üzere diye o masumlar bana bir mektup yazmaları, beni fevkalâde sevindirdi.

Sâlisen: Bu kışta bana verilen elîm sıkıntıların bir sebebi: Selaniklilerin istibdad-ı mutlakları, serbest fırkalarla kırılmasına yardımım olmasın diye beni herkesten tecrit ettiler. Risale-i Nur; binlerle benim bedelime konuşuyor, küfr-ü irtidadı kırıyor, anarşiliği bozuyor.

***

Dâhiliye Vekili Hilmi Uran Bey’e Merhum Salih Yeşil Tarafından Yazılan Mektubun Sureti

Yazıları yanlış telakki ve tefsirlere uğratılmakla senelerden beri çember içinde yaşatılan ve safi, samimi bir insan ve Müslümanlıktan başka hiçbir maksadı bulunmayan Bedîüzzaman Molla Said nam masumun, ya bulunduğu yerde veya Ankara’ya nakil ile orada hayat ve huzurunun muhafazası için sırf insaniyet namına yazılmış olan bu mahrem ricanameyi bizzat okumak nezaketinde bulunur ve genç zamanında yaptığı, unutulan hizmetlerine mükâfaten ihtiyar halinde bu adamı serbest bir ölüm hayatına kavuşturmak lütfunu diriğ buyurmazsanız, zat-ı keremkârlarına en büyük hürmetlerimi sunar, minnettarınız olurum.

Molla Said kimdir?

El-ân Afyon’un Emirdağı kazasında ikamete memur olan Molla Said, doğumundan itibaren Türk kardeşleri arasında yaşamış, Türk seciyesiyle perverde olmuş, Umumî Harp’te Kafkas’ın karlı dağlarında kahraman askerlerimiz arasında gönüllü alay kumandanı olarak mücahede ve irşad için dolaşıp büyük bir harp madalyası almış, Sarıkamış Taarruzu’nda, Bitlis’in sukutunda yaralı olduğu halde esir olup senelerce Rus garnizonlarında çile çekmiş, firar edip İstanbul’a gelerek ilmî kudretine binaen Dârülhikmeti’l-İslâmiye azalığında bulunmuş, Kuva-yı Milliye ihdasında halkı mücahedeye teşvik etmiş; Büyük Millet Meclisinin ilk senesinde Ankara’ya gelerek Hacı Bayram misafirhanesinde birçok mütereddid kimselere vatanın müdafaası lüzumunu anlatmak hizmetinde bulunmuş olan bu hakiki vatan-perver insanın, evvelce ibadete, imana, itikada müteallik yazdığı ve yazagelmekte olduğu eserleri, din ve dindarları sevmeyen bazı kimselerin, hususuyla Dâhiliye Vekaletinde bulunmuş olan menfaat-perest Şükrü Kaya’nın mezhep ve rejimine uygun gelmemekle, asılsız isnad ve uydurma raporlarla bu zavallı adam, yirmi küsur seneden beri hapis ve nefiy cezalarıyla perişan edilmiş ve iki sene evvelisi yine o yazıları bahanesiyle Kastamonu’daki çilehanesinden kollarına kelepçe vurularak kendisine selâm vermiş olan altmış altı adamla Denizli Cezaevine sevk ve on bir ay kadar hapsedildikten sonra, muzır telakki edilen o eserleri, evvela İstanbul Müftülüğünde bir heyet tarafından, bilâhare Ankara’da Diyanet Riyaseti ve Dil Tarih Enstitüsü azalarından mürekkep bir komisyon marifetiyle aylarca tetkik olunduktan sonra, bu eserlerin hiçbirisinde devletin siyasetini ve asayişi rencide edebilecek en ufacık bir şey görülmemekle, Molla Said ve Nur şakirdleri ve eserlerini okuyanlar, mahkeme kararıyla serbest bırakılmış ve Denizli’de oturmasına müsaade olunmuş iken maatteessüf bu ihtiyar adam, az zaman sonra Denizli’den Afyon’a ve oradan da Emirdağı kazasına teb’id ve herhangi bir Türk kardeşiyle dahi temastan men’edilmiş.

Sayın beyim! Cumhuriyet serbestiyetinden, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hürriyetinden mahrum kalan bu zavallı ihtiyar adam, her suretle himayeye lâyık, bakılmaya muhtaç, akraba ve taallukatı olmayıp sırf bir İslâm hükûmetin himayesine muhtaç bir İslâm mütefekkiridir. Şair-i meşhur Âkif Bey merhumun rivayetine nazaran, Mısır’ın en maruf ulemasından olan ve garbın müteaddid lisan ve felsefesine aşina bulunan üstad-ı a’zam Abdülaziz Çaviş’in yirmi küsur sene evvelisi “El-Ehram” ceridesindeki Said hakkında yazdığı “Fatînü’l-asır” başlıklı makalesini okuyan ve kendisiyle bizzat görüşen ilim adamları, bu zatın fıtraten ilmî kudretini ve İlahî mesleğini takdir edebilirler.

Sayın beyim! Kürtlük sözüyle türlü hakarete hedef olan Molla Said, seciyeten takdire şâyan bir Türk âşığı ve İslâmiyet hâdimidir. (Hâşiye[1]) Bundan memleketimiz içtimaen zarar değil, manen fayda görecektir. Ben namus ve şerefim namına şehadet ederim ki Molla Said, kat’iyen temiz bir adamdır. Onun için sizin gibi milletin dâhilen idare ve mukadderatına el koyan dirayetli zatlardan insaniyet namına temenniyatım şudur:

Yanlış anlayışlı jurnalcilerin sözleriyle hürriyet nimetinden, saf hava teneffüsünden, herhangi bir Türk kardeşiyle görüşmeden mahrum kalan bu adamı; hükûmetin adaleti, makamınızın ehemmiyeti namına ve adl ve ihsan kaziyesine tevfikan olsun, bu adam hakkında dahi adalet ve kendisiyle de hiç olmazsa bir defa olsun hüsn-ü niyetle görüştükten sonra onun hakkında ibka veya ifna kararını vermek lütfunda bulunursanız, elbette ehemmiyetli vazifenizi kanun dairesinde îfa etmiş olacağınızdan dolayı tarihçe-i hayatınıza takdire değer bir fasıl derc buyurmuş, adalet-perverliğinizi halka ve âcizleri gibi bacağı kesilmiş, köşede kalmış hür fikirli vak’a-nüvislere duyurmuş olursunuz efendim.

Milliyetini, memleketini candan seven; teninde, kanında, Kürtlük, Arnavutluk, Boşnaklık kanı kokusu olmayan, Erzurum’un eski milletvekillerinden, bacağı kesik Yeşil oğlu Mehmed Salih

***

Muhterem din kardeşim!

Kırk gündür yatakta sizinle meşgulüm. Hayal ve mesmuuma nazaran, huzurunuzun muhtel olduğuna zâhibim. اَلْمُؤْمِنُ بَلَوِىٌّ Tahminen on gün kadar evvelsi, sokaklarda “Hâlis Afyon tereyağım var.” diyen birisini pencereden yanıma çağırıp biraz yağ aldım. Maksadım, sizi sormaktı. Afyon’dan Emirdağı kazasına sürüldüğünüzü, ahalinin sizinle görüşmesinin yasak olduğunu duyunca çok müteessir oldum.

Muhterem din kardeşim! Bu mektubu size yazan, otuz bir sene evvelsi sizinle Erzurum’un Es’ad Paşa Medresesinde, Umumî Harp’te Kafkas’ın karlı dağlarında ve yirmi dört sene evvel de mebusluğum hengâmında Van Valisi Haydar Bey dostunuzla Millet Meclisi salonunda görüşen Erzurum’un esbak mebuslarından Yeşil oğlu Mehmed Salih’tir.

Mehmed Salih (rh)

***

Yeşil Salih’e Yazılan Mektuptur

Aziz kardeşim Hasan Efendi!

Sen benim tarafımdan kıymetli kardeşimiz Salih Efendi’ye yaz ki:

Ben ölünceye kadar onun bu insaniyetini unutmayacağım ve ona çok minnettarım ve çok selâm ve dua ederim. Fakat ben her sıkıntıya karşı tahammüle karar vermişim. Hem ben iyiliği o reislerden beklemiyorum.

Said Nursî

***

Bana gönderdiğiniz Asâ-yı Musa’dan bir nüsha, ciltsiz –yalnız sarı kâğıt cilt olmuş– Hüsrev’in yazısına bir parça benzer fakat üstünde Mustafa ismi var. O kimdir, hangi Mustafa’dır? Hem nüshanın üstünde “On üç yaşında Hatice, Ahmed’in kızı” yazılmış. Bu Ahmed, hangi Ahmed’dir? Hem ona hem kızına bin bârekellah. Bu yaşta bu koca kitabı hem dikkatli, tevafuklu hem güzel sıhhatli yazmak, masumların taifesinin bir kahramanlığıdır. Kim görüyor, mâşâallah der. Buradaki mektep görmüş hanımlarda bir şevk uyandıracak.

***

Nazif kardeşimizin mektubu, ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika’da, siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa’yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman’dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de ara sıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerikalı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur’u istese ve neşrine söz verse sizin meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz.

Nazif’in mektubuyla beraber bir mütekaid efendinin vesveseye dair bir suali var. Eğer o adamın ciddi olarak Nurlara alâkası varsa böyle suallere hiç ihtiyacı olmaz. Hikmetü’l-İstiaze Lem’ası’nı ve Yirmi Dokuzuncu Söz’ün melaike ve ruhanîlerin vücudlarına dair kısmını okusun. Onun manasız ve yüz yerde cevabı bulunan vesvesesi ise zındık maddiyyunların şimdilik dehşetli vaziyetinden fırsat bulup bir aşılamalarıdır ki o adam, ondan müteessir olmuş, o suali sormuş. Ona selâm ederim. Risale-i Nur onun her müşkülünü halledebilir. Hâlisane, teslimkârane ona çalışsın, onu dinlesin.

Medrese-i Nuriyenin eski ve yeni kahramanlarından Marangoz Ahmed’in mektubu, üç dört cihetten beni mesrur ve minnettar eyledi. O medresenin baş talebesi namını verdiği Ahmed ise hem şehit Hâfız Ali’nin vazifesini yaptığını hem Süleyman gibi kıymetli kardeşiyle ve küçük kerîmesiyle üç tane Asâ-yı Musa’yı yazmaları ve mübarek Hasan Dayı’nın hafidi olması, beni meraktan kurtardı hem çok memnun eyledi. Cenab-ı Hak ona şifa ve onlara muvaffakıyet ve saadet versin, âmin âmin!

Merhum Hâfız Mehmed’in iki kardeşi o merhumun vazifesini yapmaları ve Mustafa’nın yazısı, Hüsrev’in tatlı hattına mutabık gelmesi, benim nazarımda, yeniden iki Hâfız Mehmed’i bulmuş kadar memnun oldum.

Kahraman Marangoz’un gayretiyle Gökdereli hatip, Risale-i Nur’a üç oğluyla beraber talebe olup yazmaya başlamalarıyla hem onları hem marangozu hem köylerini tebrik ederiz. Ve Marangoz’un onlara söylediği manzumesini Lâhika’ya geçirdik.

Atabeyli alîl (kötürüm) Ali Osman’ın yazdığı uzun mektubu ve Asâ-yı Musa Risalesi ve Nurların neşrinde cidden tesirli çalışması ve hizmet-i Nuriyede çok çalışkan Çilingir Ali ile ve dayısı Hasan’ın ona yardım etmesi ve mübarek hülyaları ve tevafukları bizleri ferahlandırdı. Eğirdir kasabasını bana ziyade sevdirdi. Cenab-ı Erhamü’r-Râhimîn onlardan razı olsun.

***

Bir Derece Mahremdir

Geçen kışta bana karşı sû-i kasdların, inayet-i İlahiye ile ve duanızın yardımıyla gelen sabır ve tahammülüm neticesinde akîm kalan planı pek geniş bir tarzda olduğuna delil ise bu yakında Reisicumhur, Afyon’da demiş: “Bu vilayette din cihetinde bir karışıklık çıkacağını zannederdik.”

Demek, gizli komite beni sıkıştırmakla bir hâdise çıkarmak istiyordular. Bir ecnebi müdahalesi hesabına ve Müslümanlar ve vatan zararına, bütün bütün kanunsuz ve keyfî bir tarzda, damarıma şiddetle dokunan ihanetler ve sıkıntılarla tazipleri, onlara dünyada tam zarar, âhirette cehennem ve sakar ve bize, dünyada mükemmel sevap ve zafer ve âhirette inşâallah cennet ve âb-ı kevseri kazandırır.

Demek, bu gizli planı Heyet-i Vekile ve Reis hissetmiştiler ki buralarda umum memurlar, hattâ vali ve kaymakam, zabıta benimle görüşmekten kaçıyor ve ürküyordular. Ben de hayret ederdim. Fakat elimizde yalnız Nur bulunduğunu ve siyaset topuzu bulunmadığını, zerre kadar aklı bulunanlar anladılar. Garibdir ki en ziyade lehime çalışması lâzım olan bazı vazifedarlar, aleyhimde istimal ve istihdam edildi.

Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü manevî fırtınalar var, bazı dessas münafıklar her tarafa sokulur. İstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken hürriyet fırkasına girer tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.

Hem Salahaddin’in, Asâ-yı Musa’yı Amerikalıya vermesi münasebetiyle deriz:

“Misyonerler ve Hristiyan ruhanîleri hem Nurcular, çok dikkat etmeleri elzemdir. Çünkü her halde şimal cereyanı; İslâm ve İsevî dininin hücumuna karşı kendini müdafaa etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifaklarını bozmaya çalışacak. Tabaka-i avama müsaadekâr ve vücub-u zekât ve hurmet-i riba ile burjuvaları avamın yardımına davet etmesi ve zulümden çekmesi cihetinde Müslümanları aldatıp onlara bir imtiyaz verip bir kısmını kendi tarafına çekebilir.” Her ne ise… Bu defa sizin hatırınız için kaidemi bozdum, dünyaya baktım.

Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Çok ehemmiyetli mektuplarınıza bir tek muhtasar cevaba mecburiyetim var.

Evvela: Sualleri çok nurlu hakikatlerin zuhuruna vesile olan Re’fet’in hem masumlara Kur’an ve Nurları ders vermesi hem kendisi Nur Lem’alarıyla meşgul olması hem tashihatta bana ve Hüsrev’e yardım etmesi hem İstanbul’da Asâ-yı Musa’nın insaflı âlimlerin ellerine geçmesine çalışması, çok şâyan-ı tebriktir. Ve yeni sualine şimdi cevap verilmez, daha zamanı gelmemiş.

Kahraman Burhan’ın Serbest Fırkasının reisine verdiği cevap güzeldir. Evet Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşâallah bir sebep çıkar (Hâşiye[2]) o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak.

Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dâhil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil belki Nurların intişarı ve maslahatı hesabına bazı kardeşler, Nurlar namına değil belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan mübarek Isparta’nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi noktasında, dâhilde tarafgirane vaziyet almamak, muterizlerin nedametine ve hakikate dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.

Salahaddin’in mektubu, birkaç cihette ehemmiyetlidir. Amerika âlimleri elbette Asâ-yı Musa Risalesi’ne lâkayt kalmayacaklar. Eğer dini, din için seven kısmının ellerine geçse fütuhat yapar. Yoksa bazı enaniyetli hocalarımız gibi kıskançlık damarıyla neşrine ve tervicine çalışmaları meşkuktur. Her ne ise… İnayet-i İlahiyeye havaledir.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Tahirî’nin İstanbul’a gitmesi, inşâallah hayırdır. Ve Hüsrev’in pek çok vazifelerini tamamen yapması, kanaatim geldi ki Barla’da bulunduğum zaman bütün yazanların tashihatını ve telif hizmetini yapmamda tahakkuk eden büyük inayet ve hârika muvaffakıyet aynen Hüsrev’de, yardımcılarında dahi numunesi var.

Sâniyen: Tahirî’nin Denizli hapsinde unutulmaz hâlisane hizmeti ile ve Nurlara sarsılmaz sadakatiyle ve yanılmaz zekâvetiyle ve çekilmez bahadırlığıyla, daire-i Nur’da ehemmiyetli makamı için bütün bu defaki mektubunu Lâhika’ya geçirdik. Başta Nur’un şakirdlerinden validesi Zübeyde olarak akrabasına ve rüfekasına selâm ederim. Cenab-ı Hak onlardan ebeden razı olsun, âmin!

Sâlisen: Nesli Kureyşîlerden Ahmed Kureyşî, muhterem pederiyle ve ammizadesi Ahmed ile Nurların has nâşir ve talebelerinden olması, o havali şakirdlerinin namına Nurlar hakkında güzel manzum fıkraları Lâhika’ya girdi. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmin!

Râbian: Eğirdir kasabasında, isimlerini yazmadığım gayet ehemmiyetli kardeşlerimiz var. Onlara ve Mehmed Sabri gibi büyük santrala istinaden ve Sabri’nin yazısına benzettiğim dikkatli ve güzel ifadeli bir mektubu çalışkan ve ciddi kardeşlerimizden Çilingir Ali’den aldım. Onun arzusuyla aynını Lâhika’ya geçirdik. Ona ve onu çalıştırana mâşâallah ve veffekakümullah deriz.

***

Aziz, sıddık, âlîcenab eski ve yeni kardeş Yeşil Salih!

Benden, sergüzeşte-i hayatıma ait sorduğun maddelere gayet kısa ve mücmel işaret edilecek. Bir zaman sonra inşâallah başkalar izahla cevap verecekler. Fakat tarihe geçmek ve bu asır âlimlerinin içinde kendi âdi şahsımı nesl-i âtiye göstermek, bildirmek ne isterim ve ne de liyakatim var. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ederim ki beni bana beğendirmemiş, dehşetli kusurlarımı bana göstermiş.

Hem insanlara kendini bildirmek, bir şöhret-perestlik olmasından bir enaniyet, bir hodfüruşluk, bir riyakârlık ihtimali var. Bu ise bizim gibilere tam zarardır.

Hem ben, madem bu asırda maddeten ve manen münferid yaşamaya ve hayat-ı içtimaiyeden çekilmeye mecbur olmuşum; elbette hakkım yoktur ki hayat-ı içtimaiyeyi geçirenler içinde tarihe binip istikbaldekilere görüneyim.

Yalnız bu cihet var ki Risale-i Nur, bu vatana ve bu millete pek büyük menfaati, mahkemelerin ve ehl-i vukufların müttefikan kararlarıyla tahakkuk etmiş. Bu nokta-i nazarda, benim ehemmiyetsiz, bîçare, perişan, çok kusurlu şahsiyetim değil belki yalnız Kur’an’ın malı ve meali olan Risale-i Nur namına, sizin suallerinize cevap için ben işaretler ederim, sonra da Risale-i Nur ve şakirdleri izahla cevap versinler.

Evvela: Otuz sene evvelki hayatımın tarihçesini merhum Abdurrahman yazmış, tabedilmiş.

Sâniyen: Risale-i Nur’un zuhur zamanının bir nevi tarihçesi Eskişehir hapsinin müdafaanamesiyle (Yirmi Yedinci Lem’a olmuş) ve Denizli hapsindeki Müdafaa Risaleleriyle (On Birinci ve On İkinci Şuâ) İhtiyarlar Lem’ası ve Âyet-i Hasbiye Risalesi ve On Altıncı Mektup’la Hücumat-ı Sitte ve İşarat-ı Selâse ve İşarat-ı Seb’a risaleleri gibi Nur eczaları, suallerinize tafsilen cevap vermek için mahkeme bana iade ettiği ve şimdi elimde bulunmayan risaleler, bir zaman elinize gelecek. İnşâallah sizi hiç unutmayacağım. Bu halimde bu alâkadarlığınız, benim çok ağır sıkıntılarımı hafifleştirdi. Allah senden razı olsun, âmin!

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bir bîçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşenü’l-Kebir hakkında ve akıl haricindeki sevap ve faziletine dair bir hadîsi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş: “Râvi, Ehl-i Beyt’in imamlarındandır. Halbuki hadsiz bir mübalağa görünüyor. Mesela, içinde der: Bu duaya Kur’an kadar sevap verilir. Hem göklerdeki büyük melaikeler, o dua sahibini gördükçe, kürsîlerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler. Bu ise aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez.” diye Risale-i Nur’dan imdat istedi.

Ben de Kur’an’dan ve Cevşen’den ve Nurlardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki ona dedim:

Evvela: Yirmi Dördüncü Söz’ün Üçüncü Dal’ında on adet usûl var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.

Sâniyen: Her gün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve ism-i a’zamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi hem en mükemmel ve câmi’ meyvesi olan Zat-ı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail aleyhisselâmdan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş.

Demek, o pek fevkalâde ve acib sevap, Zat-ı Ahmediye’nin (asm) velayet-i kübrasından ona gelmiş. Küllî, umumî değil. Belki o duanın mahiyetinde böyle hârika bir kıymet var ve ism-i a’zam mazharı olan zatın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür. Fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.

Sâlisen: O dua, nasıl ki Zat-ı Ahmediye’ye baktığı vakit mübalağadan münezzeh ve ayn-ı hakikat oluyor. Öyle de o duadaki yüzer esma-i hüsnanın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalağa belki onların nihayetsiz tecellilerinden gelmesi mümkün ve gelebilen feyizlerin nihayetsizliğini göstermek için pek az bir kısmını Muhbir-i Sadık (asm) haber vermiş ve teşvik için mübhem ve mutlak bırakmış. Sonra mürur-u zamanla o kaziye-i mümkine ve mutlaka, bilfiil vaki ve külliye telakki edilmiş.

Râbian: “Yirminci Lem’a-i İhlas”ta bir adama beş yüz senelik bir genişlikte bir cennet verilmesine dair olan bir hâşiye var. Ona da bak, gör ki o koca cennetin verilmesi, bilmediğimiz tarzda bir mâlikiyet değil belki insan nasıl hususi hanesine çok cihetlerle mâliktir, sahiptir; öyle de zemin yüzündeki şeylere çok duygularıyla bir nevi mâliktir, tasarruf ve istifade edebilir.

Hem koca dünyayı, benim hanemdir, bana vermiş ve güneş lambamdır diyebilir. Demek bazı fevka’l-had, hârika ve akıl haricindeki bir kısım sevaplar, bu mezkûr hakikate bakar.

Hem İslâmiyet’te her sevabın, her fazilet-i a’malin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada, bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan Zat-ı Ahmediye (asm) hususi virdler ve dualar ve şeriat ve risalet cihetiyle değil belki velayet-i Ahmediye noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebaiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِ لَا يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُ dedim.

O vesvese edip şüphelere düşen adam, lillahi’l-hamd kurtuldu, tam kanaati geldi. Belki sizin bazılarınıza faydası var diye size de gönderdim.

Umumunuza binler selâm…

***

Bu Fıkra Bir Derece Mahremdir, Yalnız Haslara Mahsustur

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Çok defa hatırıma geliyordu ki: Neden herkesten ziyade medreseden çıkanlar Risale-i Nur’a sarılmaları lâzım iken, en ziyade çekinen, onlardan resmî vazifeyi alanlardır?

Şimdi birden hatıra gelen cevabın biraz kısmını beyan etmek lâzım geldi.

Evvela: Gizli münafıklar, aleyhimizde büyük makamlarda olanların bir kısmını istimal ederek resmî bir tarzda şiddetli propaganda etmelerinden, bütün resmî memurlar ürkmeye ve çekinmeye mecbur olmuşlar. Onlar içinde dahi enaniyetli ve evhamlı ve bid’aları kabul eden hocalar, daha ziyade çekinmeye başlamışlar; kendilerine bir özür, bir bahane aramışlar.

Risale-i Nur’dan “İşarat-ı Seb’a”nın bid’acılara şiddetli tokadı ve “Sekizinci ve On Sekizinci Lem’a”da İmam-ı Ali’nin (ra) “Ercuze”de, ulemaü’s-sû hakkında dehşetli tokadı ve bid’alara bir derece ve bir cihette müsait olan Vehhabîlik mezhebini perde altında kabul edenler “Yirmi Sekizinci Mektup”un Vehhabîler hakkındaki meselenin tokadı ve Kur’an tercümesini yapan ve Kur’an yerinde tercümesinin okunmasına cevaz gösterenlere Risale-i Nur’un şiddetli tokatları ve derd-i maişet zarureti ve mevki-i içtimaîde haysiyetini düşünmeleri sebebiyle hocalar hattâ İstanbul’un eskide dost hocaları kaçmaya ve az bir kısmı tenkide çalışmaya; hattâ Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’ye adâvetleri bulunan müfrit Vehhabîlik hesabına Risale-i Nur’un Âl-i Beyt ve İmam-ı Ali’nin bir manevî hediyesi ve eseri olmasından itiraz etmeye başlamışlar. Fakat biz İstanbul âlimlerinden kızmıyoruz belki bir cihette memnunuz. Çünkü başkalara nisbeten ilişmiyorlar.

Hem merhum Fetva Emini Ali Rıza ve merhum Ahmed Şiranî ve merhum Şevket Efendi ve merhum Mehmed Âkif gibi insaflı, Risale-i Nur’u fevkalâde takdir ve tahsin eden o muhterem ve merhum zatların hatırı için biz, İstanbul hocalarına dostuz, onlardan gücenmeyiz. İnşâallah bir zaman “Yirminci Lem’a-i İhlas” kendini onlara okutturacak, o eski dostları da yeni dostlar yapacak.

Kardeşlerim! Herkes sizin gibi sebatkâr olamaz. Perde altında Nurcuların kuvve-i maneviyelerini kırmak için bazı hocalar vasıta oluyorlar, aldanmayınız ve sarsılmayınız. Ve onlarla münakaşa etmeyiniz, mümkün oldukça dostane muamele ediniz. Biz onlarla kardeşiz deyiniz ve bu pusuladaki noktaları unutmayınız tâ sizi aldatmasınlar.

***

Hüsrev’in himmetiyle daireye giren ve Nur’un yeni şakirdlerinden bana mektup yazan Hatice ve Râbia, haslar içinde kabul edildiler. Ve çok alâkadar olduğum Barla’da hararetle Bahri ve evladı ve Eyyüb ve Ali ve Mehmed ve Süleymanların gayretleriyle Nurlar dersine çalışmaları, beni sevinçle ağlattırdı. Ben bütün Barla halkına, hususan Süleymanlar ve Bahri ve Mehmedler ve Mustafalar, eski zamanda Nurlara kıymettar hizmet eden Şamlı Hâfız Tevfik ve mübarek Hâfız Hâlid ve imam Hakkı Efendi ve Muhacir Hâfız Ahmed ve evladı ve ahfadı ve Şem’î ve bana çok hizmet eden Abdullah Çavuş ve oradaki komşularıma ricalen ve nisaen binler selâm ve dua ederim ve mübarek aylarda dualarını isterim.

Bahri ve evlatları üç Asâ-yı Musa yazdıklarını şimdi haber aldım. Muhacir Hâfız Ahmed ile Barla’da kardeşlerimizin hesabına hem Kâzım’ın hem berber Mehmed’in ciddi hâlisane mektupları Lâhika’ya girmeye hak kazandılar ve Bahri’nin güzel manzumesi, küçük bir Medrese-i Nuriye hesabına tam girebilir.

Medar-ı hayret bir latîf inayettir ki Büyük Mustafa’yı (rh) aynen merhum Abdurrahman gibi hem sadakatiyle hem kalemiyle hem iktidarıyla Nurlara hizmet edeceğini kalbime ihtar edilmesiyle o zamanda Abdurrahman’ın vefatını unutmaya çalıştım. Hakikaten Küçük Ali, o hatıra-i gaybiyeyi kalem cihetinde dahi tam tamına tasdik ettirdi. Kardeşinin kalemini kendisi aldı. Sarı bıçağı, elmas kılıncı yaptı. Demek o zaman, onu da mübarek Mustafa’nın ruhunda hissetmiştim.

Hem Muhacir Hâfız Ahmed’i hem bana hem Nurlara alâka ve sadakat noktasında Nurların birinci talebesi ve fedakâr bir nâşiri kalben hissetmiştim. Halbuki kalemle hizmete muvaffak olamadı. Çok defa o gaybî hissimi tahattur ederdim. Sonra birden hem oğlu Kâzım hem damadı Bahri hem diğer damadı berber Mehmed ondan his ve ümit ettiğim metinane hizmeti fevkalâde bir alâka ve sadakatle tam tamına yerine getirmeye, çalışmaya başladılar. Hattâ hafideleri dahi masum şakirdler içine girmişler.

Umuma selâm…

Said Nursî

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık, bahtiyar, vefakâr, faal, sebatkâr kardeşlerim!

Evvela: Tekraren hem sizin receb-i şerifinizi ve Leyle-i Regaibinizi tebrik hem Safranbolulu kardeşlerimizin tebriklerine mukabeleten şuhur-u selâselerini ve dört leyali-i mübarekelerini ve Nurlarla gayet ciddi alâkalarını tebrik ederiz. Ve oranın şakirdleri namına yazılan tebrikname mektubunda benim pek çok kusurlu şahsıma verdikleri unvanları ve senaları, Halil İbrahim’in bazı mektupları gibi ta’dil ile Risale-i Nur’a çevirip Lâhika’ya girmesini istedim. Fakat şahsım pek sarîh bir tarzda mevzu yapıldığı için yakıştıramadım, şimdilik geri kaldı.

Kardeşlerim! Kat’iyen biliniz: Şan ve şeref ve hodfüruşluk ve kendine güvenmek ve şahsımı beğendirmekten ürküyorum ve kaçıyorum ve şahsıma karşı medihlerden hoşlanmıyorum. Yalnız Risale-i Nur’a karşı sadakat ve kanaate bir emare olmak cihetiyle, bazı müfritane tabirleri, ya hatırları için veya hüsn-ü zanlarını kırmamak fikriyle kısmen ta’dil ile kabul ve sükût ederim. Fakat iki İhlas Lem’aları ve mesleğimizin “hıllet” ve “ihlas” ve “uhuvvet” esasları, bu tarz medihlere müsaade etmez. Hem bu benlik ve enaniyet asrında ve şöhret-perestlerin nazarında Nurların safiyetine ve hâlisiyetine zarar verebilir.

Sâniyen: Hıfzı’nın iki masumunun yazdıkları Asâ-yı Musa ve Rehber ve Küçük Sözler bizi mesrur eyledi. Yüz mâşâallah! Böyle binler Nurcu masumlar, istikbali nurlandıracaklar.

Said Nursî

***

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu şuhur-u mübarekede, Nurcuların şirket-i maneviyesine inşâallah pek çok kudsî servet girecek. Her bir Nurcu, binler lisanla ve yüzer kalemle çalışacak gibi kâr kazanacak. Ve bu mübarek ve çok bereketli aylarda beş tarzda ibadet sayılabilen kalemle Zülfikar-ı Mu’cizat mecmuasına hizmet edenler, tam bahtiyardırlar. Fakat yazıdan ziyade, sıhhatine dikkat etmek lâzım ve elzemdir.

Bugün de tatlı iki manidar tevafuku gördüm. Kanaatim geldi ki benim bugünlerde zahmetler içinde Asâ-yı Musa tashihinde sıkıntılarıma mukabil, inayet-i İlahiye ücretimi ve tayinatımı şirin bir surette veriyor.

Birisi: Kahraman Tahirî’nin teberrük olarak getirdiği tatlı lokmalar, acib bir bereketle, her gün ikişer üçer yediğim halde bitmiyordu. Hayret ederdim. Bugün âdetimle iki alacaktım; baktım yalnız iki tane kalmış, iktisat için birisini aldım. Aynı saatte, Hıfzı’nın iki masum evladının, bir kutu içinde yazdıkları nüshalar altında şekerden, ekmekten, aynen Tahirî’nin lokmaları gibi hem onun miktarında elime verildi.

Ben bu tatlı tevafuktan zevk alırken, dünkü gün aynı saatte çok hararetim vardı, çok su içiyordum. Canım, üryani erik hoşafı istedi. Ben bilmiyordum, unutmuştum; şiddetli bir arzu ile hararetimi teskin edecek eskide alıştığım ve çok istimal ettiğim üryani erik, bir kutu içinde ve Âsiye’nin has arkadaşlarından Nurcu Şerife Hanım’ın şekeriyle elime verildi.

Ben de bu çok tatlı tevafukun hatırı için hem masumların hem onların teberrüklerini yüz misli kadar kabul ettim.

Umumunuza binler selâm…

Said Nursî

***

Aziz, sıddık, sarsılmaz, usanmaz, çekinmez, çekilmez kardeşlerim!

Evvela: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki: Bilakis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nur’un hizmeti hem maişet hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi; ibadet-i tefekkürî nevinden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.

Sâniyen: Nur’un bir şakirdi bana dedi ki: Geçen sene daha Nurlar bize teslim olmadan ve hususi bir iade neticesinde burada rahmet dahi hususi bir derece tezahürüyle demiştin ki: “Ne vakit tam serbestiyetle Nurlar okunsa ve yazılsa ve bize iade edilse yağmurla rahmet tam olacak.” haber vermiştin. Hakikaten bu baharda hem Asâ-yı Musa her tarafta merakla yazılması ve okunması hem Zülfikar-ı Mu’cizat yazılmasına şevkle başlanması, bu emsalsiz rahmete bir vesile olduğuna kat’î kanaatim geliyor, dedi.

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvela: Hüsrev’le bir ruh iki ceset ve kendisi, bahadır biraderiyle Nur hizmetinde çok ehemmiyetli mevki alan kahraman Rüşdü’nün acib bir el makinesini Nurlar için celbine çalışması, ehemmiyetli bir fütuhat-ı Nuriyenin mukaddimesidir. İnşâallah yine Nurlar, Nurcuların lâyık elleriyle kalemleri gibi tab ve neşredilecek; yabani ve lâyık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat her şeyden evvel sıhhatli ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile mümkün ise evvel eski harfle yazılsa sonra yeni harfle daha münasiptir. Sizlerin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.

Sâniyen: Konyalı Sabri’nin Re’fet’e yazdığı mektubunu gördüm, ondan bildim ki bu Sabri, öteki Sabri gibi gayet hâlis ve samimi ve çalışkan bir Nurcudur. Bin bârekellah hem ona hem onu teşvik ve teşci eden ve hocaların yüzlerini ak eden Konya âlimlerine. Başta müfessir mübarek Hoca Vehbi olarak onlara ve oradaki Nur şakirdlerine çok selâm ederiz ve bu mübarek şuhur-u selâsede dualarını isteriz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

***

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sekiz sene çoluk ve çocuğuyla sadakatle bana hizmet eden ve evlat ve ahfad ve refika ve damatlarıyla Nurlara ciddi çalışan ve ders ve vaazlarını bütün Nurlardan veren ve vefatından on dakika evvel dünyaca en ehemmiyetli vasiyeti, kendinin Nur Risalelerini tekmil için Şamlı Hâfız’a rica eden, vefatından iki gün evvel bana mektup yazıp benim aynı vakitte Sava’yı Barla’ya tercih ederek Sava mezaristanında defnimi arzu ettiğimi sizlere yazdığımı sadakatin kerametiyle hissedip bana mukabele ve itiraz tarzında o mektubunda der: “Sen Barla’yı ikinci vatanımdır, dediğin halde neden ona gelmiyorsun, başka yerleri tercih edersin? İptida-i medrese-i Nuriye Barla’dır, senin mezarın orada olmalı.” diye bana ihtar etti.

İki gün sonra –size yazdığım daha size yetişmeden– onun mektubunu hem Şamlı Hâfız ikinci sahifesinde yazdığı vefat haberini aldığım merhum Muhacir Hâfız Ahmed’in (rh) dünyadan göçmesi, aynen Abdurrahman gibi beni çok sarstı, ağlattırdı اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ dedirtti. Binler rahmet onun ruhuna insin, âmin! Kabri de hanesi gibi Kur’an ve Nur’un bir menzili olsun, âmin!

Şüphem kalmadı ki bu zahir sadakat kerameti, Nurcuların imanla kabre gireceklerini ispat ediyor ve hüsn-ü hâtimeye mazhardırlar. Benim tarafımdan onun akrabasını taziye ediniz ve ben bütün dualarımda onu hissedar ediyorum diye tebliğ ediniz.

Sâniyen: Kardeşimiz Re’fet bana yazıyor ki: “İstanbul’da Nurlara çok ihtiyaç var ve ekmek gibi herkes muhtaçtır. Ve kardeşlerimizden ve Nurlarla çok alâkadar ve çok okumuş ve Nurcu olan Yeşil Şemseddin, Nur’un hakikatlerinden ders verdiğinden vaazında binlerle adam bulunur.

Hem Re’fet der: “Bundan anlaşılıyor ki Risale-i Nur, bu millete her gün ekmek gibi lâzımdır.”

Hem bir kısım Nurları, ehemmiyetli zatlara vermiş ve “Zülfikar-ı Mu’cizat”ın benim tashihimden geçmiş bir nüshasını istiyor.

Umuma birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını isteriz.

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

***

Hüsrev’i tashihte ve tevzide ve tedbirde ve muhaberede ve Nurların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz. Hem müstakil nüshaları da yazıyor, mektubundan anlıyorum.

Şimdi birden Sava medrese-i Nuriyenin Hacı Hâfız’ı ve merhum Hâfız Mehmed’i ve kardeşlerini ve Mehmedlerini ve Ahmedleri ve masum Nurcuları ve mübarek ihtiyar ve sair kahraman şakirdlerini düşündüm. Hayatım müddetince ona yakın olmak bütün canımla istedim ve vefattan sonra onların mezaristanında defnolmamı arzuladım.

Birden ihtar edildi ki: “Gerçi Medresetü’z-Zehranın merkezi olan Isparta vilayetinde maddeten bulunmak çok cihetle faydalı, saadetlidir fakat Nur’un mesleği ve Nurcuların meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekân, perde olamazlar. Şarkta, garpta, şimalde, cenupta, dünyada, berzahta bulunsanız manen bir mecliste beraber sayılırsınız. Onların manevî yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir.” diye beni teskin etti.

Ben dedim: Madem şimdi her tarafta Nurlara kuvvetli ve kesretli eller sahip çıkıyorlar ve tam muhafaza ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tembellik olmaz.

***

[1] Hâşiye: Evet her biri yüze mukabil binler Türk gençleri, masumları, ihtiyarları Risale-i Nur’a şakird olmalarından bu acib asırda, Türk milletinin Devlet-i Abbasiye inkırazından İslâm yardımına koşmaları gibi bu şakirdler dahi aynen koştular. Değil yalnız Said belki bütün ehl-i hakikat tahsin eder, Türk’e dost olur.

[2] Hâşiye: Demokrat çıktı, bir derece kırdı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir